Qadınlar, yuxular, əjdahalar

Картинки по запросу ursula k le guin

Ursula K. Le Guin

“…Eğer, bir özne yoksa, kainattakı bütün nesneler ne işe yarar? Mesele insanlığın bu kadar önemli olması değil. Ben, insanın her şeyin veya fazla bir şeyin ölçüsü olduğunu düşünmüyorum. Ne olduğumuzu, kim olduğumuzu ve nereye gittiğimizi bilmiyorum, zaten bildiğini söyleyenlere de inanmıyorum – belki son senfonisinin son bölümünde Beethoven hariç. Bildiğim tek şey, burada olduğumuz ve bu gerçeğin farkında olduğumuz, bu gerçeğin bizi farkında olmaya, kulak vermeye zorladığıdır. Çünkü biz nesne değiliz. Bu esas olandır. Biz özneyiz, aramızda bize nesneymiş gibi davrananlar yanlış, insanlık dışı, doğaya karşı davranıyorlardır. Ve bizimle birlikde en büyük nesne olan doğa, onun yorulmadan yanan güneşleri, dönüp duran galaksi ve gezegenleri, kayaları, denizleri, balıkları ve eğreltileri, köknar ağaçları ve küçük tüylü hayvanları, hepsi özne oldular. Onlar bizim bir parçamız, biz onların bir parçası olduğumuz için. Etimiz, kemiğimiz. Biz, onların bilinciyiz. Eğer, biz bakmayı bırakırsak, dünya kor olur. Eğer, biz konuşmayı ve duymayı bırakırsak, dünya sağır ve dilsiz olur. Eğer, düşünmeyi bırakırsak, düşünce olmaz. Eğer, kendimizi yok edersek, bilinci yok ederiz.

Bütün bunları, görmeyi, duymayı, konuşmayı, düşünmeyi, hissetmeyi, hepsini birer birer yaparız. Büyük mistikler ortalıktan daha derine indiler ve özdeşliği, her şeyin özdeşliğini hissettiler. Fakat, biz sıradan ruhlar bunu yapamayız, belki sadece bir an, tüm hayatımız boyunca bir tek an yapabiliriz. Biz, tekil kişiler olarak, ruh olarak birer birer yaşarız. Kişi, tek bir kişi olarak. Ortaklık, umut edebileceğimiz en iyi şeydir, ve ortaklık çoğu kişi için dokunmak demektir: elnizin bir başkasının eline dokunuşu, birlikte yapılan iş, birlikte çekilen kızak, birlikte edilen dans, beraber dünyaya getirilen çocuk. Biz sadece çember olamayız. Çember, gerçek toplum, tekil vücutlardan ve tekil ruhlardan oluşur. Aksi halde, tam anlamıyla oluşamaz. Nesneleşmiş, nicelleşmiş kişilerden oluşan, gerçek toplumun, gerçek cemaatin sadece mekanik, cansız bir taklididir – bir toplumsal sınıf, bir ulus-devlet, bir ordu, bir anonim şirket, bir iktidar bloku gibi. Bu yönde hiç umut yok. Sonuna kadar tükettik…”

“Bilimkurgu ve Bayan Brown” (1975) məqaləsindən

***

“…İnsan yalnızca yüreğiyle yaşamaz. Tepki, eylem değildir.
Umutsuzluk romanlarının niyeti uyarı yapmaktır çoğu kez, ama bence, tıpkı pornografi gibi, vardıkları yer çoğunlukla kaçış edebiyatıdır; yani eylemi ikame ederler, gerilimi azaldırlar. Bu yüzden iyi satarlar. Yazar ve okuriçin çığlık atma bahanesi oluştururlar. Yürekten bir tepki, o kadar. Şiddete otomatik bir tepki – düşünmeyen bir tepki. Çığlık atmaya başlayınca, soru sormayı da bırakmışsınızdır.
Aksine bütün iddialar rağmen, bilim “nasıl”ı tarif etmek yerine “neden” diye sormaya başladığında teknolojiden fazla bir şey olur. “Neden” diye sorduğunda Görecelik kuramını keşfeder. “Nasıl”ı göstermekle yetinince atom bombasını icat eder ve elleriyle gözlerini örterek Tanrım, ne yaptım ben? der.
Sanat yalnızca “nasıl”ı ve “ne”yi gösterdiğinde, ister iyimser isterse de umutsuz olsun, sıradan bir eğlencedir. “Neden” diye sorduğunda ise, yalnızca duygusal tepki olmaktan çıkıp gerçek bir söz söylemeye, aklı başında, etik bir seçime doğru yükselir. Edilgen bir yansıma olmaktan çıkar ve bir fiil olur.
İşte o zaman da hükümet ve piyasa sansürcüleri sanattan korkmaya başlarlar.
Ama sansürcülerimiz yalnızca yayıncılar, editörler, dağıtımcılar, reklamcılar, kitap kulüpleri ve örgütlü kitap eleştirmenleri değil. Sansürcülerimiz yazarlar ve okurlar da. Sizsiniz ve benim. Kendi kendimizi sansür ediyoruz. Biz yazarlar ciddi şeyler yazamıyoruz, çünkü – haklı olarak – satmayacağından korkuyoruz. Okur olarak da ayrım yapmayı beceremiyoruz; pazar yerinde ne satılıyorsa, edilgen bir biçimde kabul ediyoruz; sat;n al;yoruz? okuyoruz, unutuyoruz. “Seyirci” ve “tüketici”yiz yalnızca, okur filan değil. Okumak edilgen bir tepki değildir, zihni, duyguları ve iradeyi işin içine karıştıran bir eylemdir. “Best-seller” olduğu için berbat kitapları kabul etmek, katışıklı yiyecekleri, kötü yapılmış makineleri, üçkağıtçı hükumetleri, askerlerin ve şirketlerin diktatörlüğünü kabul etmekle, bunları övmekle, bunlara Amerikan Hayat Tarzı ve Amerikan Rüyası demekle aynı şeydir. Gerçekliğe ihanet etmektir. Her ihanet, kabul edilen her yalan, bir sonrakı ihanete, bir sonrakı yalana yol açar…”

“Ruhtaki Stalin” (1973-7) məqaləsindən

***